‘Kadınlara bir film adamak az bile’

Sundance Film Festivali’nin Dünya Sineması Bölümü’nde yarışan “Klondike” ile En İyi Yönetmen Ödülü kazanan Maryna Er Gorbach, övgüler toplayan filminin ve uluslararası başarısının detaylarını anlattı.

Müjde Işıl - Maryna Er Gorbach ile 2010’da tanıştım. 2009’da eşi Mehmet Bahadır Er ile beraber imza attıkları “Kara Köpekler Havlarken”, Antalya Film Festivali’nde dikkat çekmiş ve ödül kazanmıştı. Film hakkında Sinema dergisi için röportaj yaptığımda sinema sevgisini ve işini sahiplenmesini hâlâ fazla net hatırlıyorum. Onlarla bir daha karşı karşıya gelemedim fakat ikilinin Türkiye’deki sinema kariyeri “Sev Beni” ve “Omar ve Biz” ile devam etti.

Maryna Er Gorbach, Ukrayna ve Türkiye ortak yapımı “Klondike”de ise biricik başına yönetmen koltuğuna oturdu ve senaryosunu yazdı. “Klondike”, Sundance Film Festivali’nin Dünya Sineması Bölümü’nde yarıştı ve En İyi Yönetmen ödülü kazandı. Kendisi için hem kişisel bir yolculuk hem coğrafi bir haykırış hem de kadınlara adanmış bir cesaret manifestosu sayılabilecek film, belki de önümüzdeki yıl Ukrayna’nın Oscar temsilcisi olacak…

Ukrayna - Rusya sınırında yaşayan, Rus yanlısı ayrılıkçıların evini bombalamasına ve yakınlarına bir yolcu uçağı düşmesine rağmen evinden ayrılmayı reddeden gebe bir kadının direnişini ve savaşla savaşmasını anlatan “Klondike”yi, yönetmeni Maryna Er Gorbach anlattı.

“Klondike”nin filme isim olma nedeni nedir?

Klondike, Kuzey Amerika’daki bir bölgenin ismi. Bu bölge “altına hücum” yılları ve yaşanan vahşetle anılır. Bölgede altın bulunması ile dışarıdan gelenler, yerlilere katliam uygulanmış ve topraklarından sürülmüşlerdir. Donbas bölgesi de hem Ukrayna’nın hem tüm post Sovyet coğrafyasının en zengin metalürji yataklarına ve enerji nakil hatlarına sahip. Yaşanan işgal ve savaşın altında yatan sebeplerden birisi de bu. Filmin uluslararası alanda daha iyi anlaşılabilmesi için bu ismi vermenin müsait olduğunu düşündüm.

Filmin seyirciyle buluşması, Ukrayna-Rusya geriliminin arttığı döneme denk geldi. Filmin hikâyesi ne kadar kişisel ve ne kadar gerçek?

2014 yılında, 17 Temmuz’da Odesa Film Festivali’nde “Sev Beni” filmimizin gösterimi için bulunuyorduk ve hepimizin hatırlayabileceği o üzücü hadise yaşandı; sivil uçak yüksek teknolojili bir roketle vuruldu. 300’e yakın sivil insan hayatını kaybetti. Herkes aka bir şok yaşıyordu. Türkiye Cumhuriyeti Odesa Başkonsolosluğu acil hal tahliye uçağı ile Türkiye’ye gidebileceğimizi haber verdi fakat sınırlı yer olduğu için annem ve kardeşimi götüremeyecektik. Henüz birkaç aylık bebeğimizle bir karar vermemiz gerekiyordu. İnsanın tehlike anından ailesini bırakarak güvenli bir yere gitmesi, gerçekliği ve yaşananları yine tekrar sorgulamama sebep oldu. Ve Ukrayna’da kalmaya karar verdik. Film yaparken bir dileğimiz vardı: Seyirciyle buluşacağımız zaman bu cenk bitmiş olsun ve bir hatıra olarak hatırlayalım istiyorduk fakat maalesef gerçekliği artarak devam ediyor. Yaşananlar dünyada politik gündemin ihtiyacı, devlet başkanlarının demeçleri kadar haber yapılıyor. Oysa ki işgal ve gerilim, bölgede yaşayanların sorunları ve Ukrayna’da 2014’ten beri günlük yaşamın gerçeği.

İnsanların neler yaşayıp da topraklarını terk etmeye zorlandıklarını göstermek, filmin hedeflerinden miydi?

Evet. Irka’nın evini, geçmişi ve geleceği olarak gördüğü toprakları terk etmeyişi saygı duyulması gereken bir direniş. Aynı zamanda fikir ayrılıkları olan kocası ve erkek kardeşini de bir arada tutmaya çalışıyor. Annelik içgüdüsü ve bebeğinin hayatını koruma çabası onu yaşananların şiddetine rağmen öbür bir gerçeklik kurmasına sebep oluyor. Bence bir kadının cenk ortamında sebep çocuk doğurmak istediği değil, çocuk büyütülmesi gereken mükemmel bir doğanın içinde sebep cenk yapıldığı sorgulanması gereken bir durum. Bu durumdaki kadınlara bir film adamak az bile kalır. Onlar saygı ve huzuru adalet ediyorlar.

Savaşın psikolojik boyutunu görsel açıdan yansıtmak sizi zorladı mı?

Aslında neredeyse sınırsız bir tabiat içinde yaşanan sıkışmış atmosferi seyircinin sinematografik açıdan hissedebilmesi, karakterlerle beraber bunu yaşayabilmesi için fazla çalıştık. 

Sizce Irka için umutlu bir belirsizlik mi var, karamsar bir gelecek mi?

Yaşanan uzun ve üzücü bir zamanın sınırlı bir kesitini aktarıyoruz, öncesi ve sonrası de o lahza yaşananlar karakterlerin duygularında ve tepkilerinde fazla etkili oluyor. “Klondike”de seyircinin tüm cevapları amade bir şekilde almasını değil, Irka ve bebeği ile tüm kaygıları, umutları paylaşması ve yaşananalar hakkında filmden sonra da kendisine bazı sorular sormasını amaçlıyorum. Irka’nın o gün doğan bebeği bugün 8 yaşında olacak, sivil uçak vurulduğunda bu artık savaşın sonu ve tüm dünya bu acıya müdahale edecek diye düşünmüştük fakat cenk hâlâ devam ediyor. Yine de karamsar değilim. Ukrayna’da mücadele ederek neler yapabileceğimizi gördük. Artık başkasından bir şey beklemek yerine kendimize inanıyoruz. Daha güzel günler göreceğiz.

Kazandığınız En İyi Yönetmen Ödülü sizin için ne anlatım ediyor?

Benim için ödül, seyircinin Ukrayna’da yaşanan olaylara yalnızca haber olarak bakmayıp gerçeklerin içine girebilmesi ve karakterlerle beraber o duyguları yaşaması demek. Bunu ekip olarak başarabildiğimiz için mutluyum.